15 Eylül 2010 Çarşamba

Pamela Love Spring 2011

New York Fashion Week "tasarımlarıyla" sessiz sakin sona  yaklaşırken, kuş pençesi şeklinde parçalarıyla oldukça dikkat çeken ve ünlenen New York'lu takı tasarımcı Pamela Love'ın 2011 bahar sezonu için yaptığı koleksiyonu gözüme takıldı. Kızılderili ve Arfika kabilelerinden ilham alan tasarımlar, modern göçebelerin izlerini  iddialı bir şekilde taşıyor ve yüzükleri rüyalarıma giriyor. Tasarımcının ürünleri V2K Designers mağazalarında bulunabiliyor.

While NYFW is coming to the end with mostly muted, clean cut  designs, New York based jewellery designer Pamela Love's Sprin 2011 collection caught my eye. The inspiration comes from the Indian and African tribes and carries  traces of modern nomads in an agressive way. I think I'm going to dream about those rings, you?

refinery29

13 Eylül 2010 Pazartesi

Ben geçen hafta..

İyi haftalar : ). Inişli, çıkışlı bir bayram tatilini geride  bırakırken, bendeki izlerini sürerek haftaya başlayalım.
Hello :) Let's start with last week's review:

* Ailem ve arkadaşlarımla vakit geçirdim.
I spent my time with my family and friends.

* Yedim: Reasürans'ta yeni açılan Ranchero'da Taco,  Rumelihisarı'ndaki Kale'de çiğ börekli kahvaltı, Nişantaşı Midpoint'te New York Steak'i yiyip, bir de Bebek Mangerie'de  capuccinoyu mideye indirdim.

I ate at Tacos at Ranchero, breakfast at Kale at Rumelihisarı, NewYork Steak at Midpoint in Nişantaşı, drank capuccino at Mangerie in Bebek.

*İzledim: Ata Demirer'li Eyvah Eyvah'ı, yine Hangover'ı ve Drew Barrymore'un "Seni Uzaktan Sevmek" filmini, merak ettim, Drew Barrymore'un giydiği rahat kesimli sırt dekolteli üstleri.

I watched a Turkish movie called Eyvah Eyvah, again Hangover and Drew Barrymore's Going the distance. Does anyone know about the brand of backless tops she was wearing at the movie?

*Gördüm: Karaköy Antrepoda'ki Body Worlds sergisini dolaşıp, çıkışta vucuduma daha iyi bakmaya karar verdim.

I saw Body Worlds exhibition in Karakoy Antrepo and decided to take care of my body better.



*Bahsedildim: Habertürk'te Aslı Filinta tişörtümle.

I've been featured in the newspaper called Haberturk.

*Aldım: Bershka'dan rengarenk dantel straplez sütyenleri, fuşya, siyah, beyaz, lacivert, koton olanlarda asker yeşili ve grileri.

I bought lace strapless tops from Bershka in fushcia, black, navy, army green and grays in cotton .



*Giydim: En rahat jeanleri, converseleri, karelileri.
I wore the most comfy jeans, converse shoes and plaids.

 Jean /Jeans: Topshop Jamie
Üst /Top: H&M
Ayakkabı /Oxfords: Topshop
Çanta /Bag: Marc by Marc Jacobs
Gözlük/ Sunnies: MNG

Sneak peek: Alexander Wang S/S 2011 shoes



Sevenler?  Ben!

Anybody like them? I do!



Vogue

7 Eylül 2010 Salı

Monday Bloody Monday

Şarkılarını bilsem de, kendimi U2 sever olarak tanımlayamayacağım  için, önceleri kayıtsız kaldığım dün akşam ki konsere, sabah saatlerinde aldığım bir haber ile dahil olup, "bir insan evladı hayatında kaç kere U2 konseri izleyebilir ki ?" düşüncesiyle akşamı ettim. Yoğun bir pazartesi sonrası 18:30 sularında, kendimizi Istanbul trafiğine attık.Verilen bilgilere baktığımızda  taksiyle Aksaray-Yenibosna hafif metro hattına varıp, oradan kalkan otobuslerle Ataturk Olimpiyat Stadı'na gitmek en makul olanı gibi geldi. Toplu tasıma sistemimizin zorlu katmanlarını aşıp, stada kalkan otobuslere vardığımızda metrelerce kuyruk bizi beklemekteydi. Ne menem bir yere gittiğimizden emin olmadığımız için taksiye binsek acaba yakınına kadar gidebilir miyiz, trafik varsa ha taksi ha otobüs ne farkeder düşünceleriyle beklemeye devam ettik. Yine yolun durumundan emin olamadığımız için, aç karınlarımızı sokakta satılan seyyar pilavla  doyurduk, fena değilmiş :) . Neyse efendim sıramız geldi, bindik bize denk gelen bir halk otobusune. Dakika bir, gol bir lafına yakışan bir şekilde şöför " nasıl gidiliyor bu Olimpiyat Stadına?" dedi. Çoğu kişi önceleri bu cümleyi traji -komik bulurken trafikte geçen saatler, nereye gittiğinden bir haber şöför, yanlış sapılan dönüşler, 4-5 km kala  o uygunsuz yolda yürümeyi göze alan çaresiz insanlar  derken, saat 22:00 sularında, içerden U2'nun başladığı haberi ulaştı. Gerilen sinirler, bir üzüntü bulutu haline geldi, o çektiğimiz sıkıntı ve yol işkencesinden sonra bari bir şarkıya yetişelim ruh haline büründü herkes. Yaklaşık bir 5 şarkı sonra, stadın yarısını koşarak tavaf edip, biletimizin olduğu yeri buluyoruz, o ne stadın yarısı boş :( .( O zaman neden çektik bu kadar eziyeti, şehir merkezinde bir yerde yapılamaz mıydı bu???) Mysterious ways e yetişiyoruz, buna da şükür! Bundan sonrası karışık;  Bono ve U2'nun politik kimliklerinin konsere etkileri, mesajlar, tepkiler, sürprizler, biraz yarım yamalak eşlik edilen şarkılara şimdiye kadar görülmemiş bir sahne şovu eşlik ediyor, Bono'un harika sesi ve o ahtapot gibi  ( The claw) sahne sizi içine çekiyor ve olanları bir süreliğine unutuyorsunuz. One, with or without you çalarken D. ile birbirimize bakıyoruz, yine de iyi ki gelmişiz diyoruz. 24:00 ü biraz geçe bitiyor her şey, şimdi eve nasıl döneceğimiz derdinin gölgesi düşüyor gözlerimize. Çıkıyoruz, dolanıyoruz neredeyse stadın hepsini ama bir türlü rastlayamıyoruz geri dönebileceğimiz bir araca, sorabileceğimiz bir görevliye, kesin cevaplar verebilen insanlara, her şey bir keşmekeş.U2'nun yıllardır Türkiye'ye gelmeme sebeplerinin kısa bir özeti gibi bu gece diye düşünüyorum ben. O sırada, oraya minibus tutarak gelen arkadaşlarımızı görüp, yaşasın kurtulduk diyoruz, onları gördüğüme hiç bu kadar sevindiğimi hatırlamıyorum sanırım :) Eve vardığımızda, saat 02:00'yi buluyor, U2 iyiydi de, sahi ne olacak bizim bu halimiz?

Not: Bu yazı konu dışı oldu ancak sıkıntıların dile getirilmesi gerektiğini düşünerek, affınıza sığınarak bu yazıyı yazdım, anlayışınıza teşekkürler :) .
Flickr
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...