17 Mart 2008 Pazartesi

Eda ve ördekler


Eda Taşpınar'ı buraya stili ile konuk etmek isterdim ama kısmet bu şekildeymiş. Belki gördünüz belki görmediniz, kendisi geçenlerde katıldığı bir davette kıyafetindeki yaban ördeği tüylerine ilişkin "Nurettin bu ördeği avlanma mevsiminde vurmuştu. Etini evimizde yedik, tüylerini de bu şekilde değerlendirdim" şeklindeki açıklaması ile, herkes gibi beni de dehşete düşürdü. Bakın ne kadar farklı ve yaratıcıyım diye kredi toplamak adına bu barbarca gösterişin bu şekilde, çok normalmiş gibi anlatması kendisinin karakteri ile ilgili bize önemli bir done vermiştir. Yazın Bodrum'da iskelede güneşlenirken yanına gelen ördekleri besleyen Eda Hanım, aynı türde başka bir canlının kanatlarından kendine aksesuar yapmakta bir sakınca görmemiştir, bence bu western filmlerinde gördüğümüz kızılderililerin öldürdükleri insanların kafa derilerinden kemer yapmalarının bir başka versiyonudur. Zevk için başka bir canlının öldürülmesi kadar kürke de karşı olduğumu ve bu tarz durumlarda bu blogta eleştirilerin en beterini yapacağımdan kimsenin kuşkusu olmasın, Eda Hanım ilgi çekmek için başka bir yol araştırsın ve masum ördekleri rahat bıraksın.

İstek parça yapabilir miyim?


Cumartesi günü yaptığımız Nişantaşı turunda Beymen'e de bir uğradık, beğendiğimiz pek çok şey oldu ama birini gerçekten alsam mı diye düşündüm, işte karşınızda Marc by Marc Jacobs Dr. Q Colorblock Huge Hillier Hobo ( ne uzun ismi var değil mi ). Kendisi patent derisi, bordo ve pembe colorblock tasarımı, içinin şekerliği ve büyüklüğü ile gözlerimi kamaştırdı, fiyatı 825 ytl, ben çok beğendim, ya siz?

16 Mart 2008 Pazar

Bir film seyrettim, hayatım değişti: Lagerfeld Sırları




Geçen hafta cumartesi yani 8 Mart'ta alışveriş dışında, 1 haftadır yazamadığım ama sizinle paylaşmam gereken bir aktivitem daha oldu, o da Karl Lagerfeld ile üzerine Rodolphe Marconi tarafından yönetilen "Lagerfeld Sırları" (Lagerfeld Confidentiel), adlı dökümanter filmi seyretmiş olmam. İstanbul'da sadece Kanyon ve Maçka Gmall'da gösterime giren bu filme yine bir kız arkadaşımla gittim ve o haftasonu ana konuşma konumuz film ve Karl Lagerfeld oldu diyebilirim. Yönetmen Marconi, dünyada sadece 3 adet üretilen Thom Brown marka gri kaşmir trikosuyla gitmiş Lagerfeld'le buluşmaya ve onu filmi yapmaya ikna etmiş, bilin bakalım o kazaklardan diğer ikisi kimdeymiş? :) Önceleri Chloé, şimdilerde Chanel, Fendi gibi dev moda evlerinin ve kendi markasının tasarımcısı olan Karl Lagerfeld'in dehası ve kendisi hakkında bilgilerim bu filme kadar gerçekten sınırlıymış diyebilirim.

150 saatlik çekim yapılan ve 3 yılda tamamlanan filmin ilk sahnesi Karl Lagerfeld'in evinde başlıyor, çoğu kimsenin ve benim hayal edeceğim gibi lüks ve ihtişam içersinde bir ev değil, sade, bayağı dağınık ama kendi içinde düzeni olan bir dağınıklığa sahip, sayısız kitaplar, dergiler, çizimler, yüzükler, 2 çekmece de yüzlerce yaka, her müzik türü için ayrı bir ipod( ben 11 adet saydım) gözümüze çarpan detaylar. Kendisine yüzüklerin efendisi dense yeridir çünkü bir insanın bu kadar yüzüğü olamaz sanırım:) Film boyunca, kendisiyle beraber kıyafet tasarlıyor,defilelere gidiyor, ünlülerle buluşuyor( Nicole Kidman,Monaco Prensesi Caroline) çizim yapıyor( Çizim tekniği hayranlık uyandırıcı en sevdiği malzeme tipex), fotoğraf çekimlerine tanıklık ediyorsunuz ve genelde tasarımcı kimliğinin dışında bir patron, fotoğrafçı, çizer, filozof gibi kavramları da kendisinde buluyorsunuz. Genelde kara gözlükleri( Film boyunca sadece 3 kere toplam 10 sn falan gözlüksüz görünüyor), dar silueti, siyah giymesi, at kuyruğu ile kafamızda bir protip oluşturduğumuz bu dahinin iç yüzüne, karakterine ve yaşamına da tanıklık ediyorsunuz. Yönetmen film boyunca ailesinden, çocukluğuna, cinsellikten, moda dünyasına kadar kimileri bazen fazla direkt ve rahatsız edici olabilen soruları soruyor ve Karl bunları içten, esprili, akıllı, her biri hayat dersi olabilecek cümlelerle cevaplıyor ve siz ona gerçekten hayran oluyorsunuz. Kendisi çalışanlarını övececek, sovlar sonunda kendilerine bir şeyler almalarını isteyecek, araba da öne binecek, herkesin ona ismiyle hitap etmesini isteyecek kadar alçakgönüllü ama hataları affetmeyen biri, herşeyi halletmiş sanki hayatın sırrını bulmuş, ermiş gibi dingin, rahat, hayatı, konumunu ve kendini hazmetmiş bir insan. Bazen fazla katı, insanlara yük olmak istemeyen, insanlardan uzak bir portre çizen ve nostaljiye, geçmişte yaşayan insanlara tahammülü olmayan ve bu konuyu su sözle özetleyen:

“Daha öncesi daha iyiydiyse, o zaman hemen intihar etmeli.”

Moda dünyası ile ilgilenen, ilgilenmeyen herkesin görmesi ve kendine hayat dersi çıkartması gereken bu şaşırtıcı, eğlenceli dökümanteri ben kaçırmayın derim , Cem Hakko filmi yurt dışında seyredip, etkilenip Türkiye'ye getirmesine şaşmamalı, gerçekten etkileyici, dvd sini de en kısa zamanda koleksiyonuma katmayı düşünüyorum.


Renkli Wayfarerlar


80'lerin Rayban Wayfarer modeli geçen seneden beri nicesinin yüzünü süsledi, ucuz - pahalı pek çok marka bunlara benzer gözlükleri beğenimize sundu. Wayfarer'ların saltanatı hala ama biraz renklenerek devam etmekte, kırmızı, beyaz, yeşil gibi renklerin yanında, resimdeki 3 İngiliz hanfendinin ( Sienna Miller dışında, Kelly Osbourne ve Lilly Allen stil adına benim için pek bir şey ifade etmemekte ) son zamanlarda görüntülendikleri gibi bu tarz gözlüklerin mavisini de sıkça göreceğimiz kesin.

11 Mart 2008 Salı

Bugün ne giydim?


Bugün renkliyim:



  • Topshop elbise

  • Mor çoraplar Calzedonia

  • Ayakkabı Zara

  • Bilezik Accesorize

  • Çanta Louis Vuitton

Üstüme de klasik bej rengi trençkot giydim, oda Mango'dan :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...