24 Ocak 2012 Salı

Who lives in a pineapple under the sea?

Bir SpongeBob sever olarak Karl Lagerfeld'in SpongeBob haline bayıldım, illustrasyon Mike Frederiqo'dan.

As a SpongeBob fan, I love Karl Lagerfeld as SpongeBob, illustrated by Mike Frederiqo.
Thegloss

23 Ocak 2012 Pazartesi

Yeniler


Evde yığılmış, kitaplar dergiler bekleyedursun, ben son  seyahatimde bunlara yenilerini eklemeyi ihmal etmedim. İlki dekorasyon aşamasındakilere ilham kaynağı olabilecek Creative Walls: How to Display and Enjoy Your Tresured Collections diğeri ise vintage giyime ilgi duyanların bilgilerini arttırabilecek Vintage Fashion Sourcebook: Key Looks and Labels and Where to find them .

Alışveriş olayı kitapla sınırlı kalmadı tabi, siyah ayakkabılarıma bu yüksek topuklu, retro KG by Kurt Geiger ayakkabıları mı da ekledim. Keşke şu an ofiste olmak yerine, ayağımda bu ayakkabılarla, evde bu kitapları karıştırıyor olabilseydim. Deli miyim neyim?

While many books and magazines  waiting for me at home nd begging for  their covers to be oponed, 2 new books I bought from my last journey just joined them . One is very inspiring for decoration ideas called Creative Walls: How to Display and Enjoy Your Tresured Collections and the other is a guide book for vintage lovers; Vintage Fashion Sourcebook: Key Looks and Labels and Where to Find Them.


Ofcourse my black shoe collection has expanded after the trip and I came back with these suede high heeled babies from KG by Kurt Geiger in my suitcase. Insted of being at the office ,I wish I was at home and wearing those heels and read through those books right now. Am I insane or what? 

19 Ocak 2012 Perşembe

Anja Rubik for Guiseppe Zanotti for Spring 2012 Campaign


Hava berbat, keyifler eh, dedim ki şöyle mavi olsa, sıcak olsa, renkli olsa, Guiseppe Zanotti olsa Anja Rubik olsa da içimizi ısıtsa. İyi etmiş miyim?

The weather is horrible, moods are blah. I said to myself I'd like to post something blue, something hot, something colorful and I came accross Guiseppe Zanotti's Spring 2012 Campaign with Anja Rubik. These photos meet all of the criterias, don't you think?





Fashiongonerounge

Şal desenli bluzlar



Hazır indirimler var, yeni sezon da geldi, bir şeyler alacaksanız gözünüz şal desenli bluzlarda olsun.

www

18 Ocak 2012 Çarşamba

Hogmanay ve Londra


İskoçya'da yılbaşı değil ama Hogmanay var. Hogmanay'in Hristiyanlık öncesi dönemlere uzandığı tahmin edilirken, orada bulunmak bence yeni yıl kutlamalarının en güzellerinden birine eşlik etmek demek. Geleneksel kıyafetler ve gaydalarla geçit törenleri, sokak konserleri, ateş şovları ve havai fişeklerle renklenen sokaklar soğuğa rağmen eğlenceli. Edinburgh havalanına yakın otelimizden şehire saat 21:00 gibi, sorunsuzca varıyoruz. Biletimizi aylar önce almışız ,o yüzden rahatız. Şişe taşımak yasak olduğu için, çoğunluk 2 ltlik pet şişelere içeceklerini doldurmuş sokakta eğleniyor, enternasyonal bir kalabalık var.  İlk kulağımıza çalınan melodi "one more time" , sokak boyunca sağlı sollu kurulmuş sahneleri geçiyoruz, en son sahnede yeni yetme bir grup var, ismini öğrenemiyoruz ama oldukça iyiler. Barlarda, tuvaletlerde hiç bir sorun yok, daha doğrusu 80 bin kişinin katıldığı organizasyonda hiç bir terslik yok. Saat 22:00'ye doğru Garden's a geçiyoruz, Bombay Bicycle Club'ın sonlarına yetişiyoruz. Az sonra Primal Scream var. Şansımıza yağmur yok ama rüzgar arada sizi bir yokluyor, ben eldivenlerimi almadığıma hayıflanıp, sevgiliminkilere el koyuyorum. Primal Scream sahnede, kalabalık coşkulu, herkes hafif eğimli çimenlerin üzerinde şarkılara eşlik ediyor. Saat gece yarısını vurunca, geriye sayımla Edinburgh Kalesi'nin ordan hayatımda gördüğüm en uzun ve görkemli havai fişek gösterisi başlıyor. Tam bitti derken, görkemini daha da arttırıyor. Arada insanlarla konuşuyoruz, herkes eğleniyor, herkesin keyfi yerinde. Primal Scream şova devam ediyor, artık hafiften yağmur başladı ve o çimenler kaygan bir zemin oluşturuyor. Düşen insanlara gülmek ayıp belki ama doğal olarak kendimizi tıutamıyoruz.Onlar da çamur içindeki yüzleriyle doğrulmaya çalışıp, gülüyorlar. Biz bir ağaca yaslanıp, konseri izlemeye devam ediyoruz. Benim asıl merak ettiğim Mark Ronson, onun bu sahnede çıkmayacağını anlayınca sokak partisine dönüyoruz ve kendisinin son 3 şarkısına falan yetişiyoruz. Acaip eğlenceli çalıyor ve o ne yine "one more time", kimse ayrılmak istemiyor ancak 01:00'e doğru müzik bitiyor. 


Otelin oradan geçen otobüslere varmak için sokaklarda yürüyoruz, yine sorun yok. Hatta bir kaç sokak boyunca allı pullu kısacık elbiseli, yüksek topuklar üzerinde 2 hatun önümüzden yürüyor. Ben onları Taksim Meydanı'nda yılbaşı akşamı bu şekilde düşünmek bile istemiyorum, Edinburgh sokaklarında ne kadar rahat ve güvendeler ama işte fark bu maalesef. Yine içim burkuluyor...  Neyse otobüse atlıyoruz, arkada bir kız grubu Katy Perry'nin Fireworks şarkısını çalıp, eşlik ediyor, allahtan bu durak bizim :) Otele vardığımızda ilk iş botlarımızı çekmek oluyor, ne de olsa  Britanya festivallerini ucundan da olsa azıcık tatmış bulunuyorlar.Emektar Mango botlarıma veda etmek için Hogmanay'den daha iyi bir son düşünemiyorum ve onları orada bırakıyorum. 



Ertesi gün bizi zorlu bir bavul toparlama bekliyor, neyse ki fazla bir bavul için rezervasyon yaptirdığımızdan durum iyi. Uçak akşama, otelde takılıyoruz hatta ben yorgunluktan lobide bir ara biraz uyuyorum. Edinburgh Londra arası rahat, merkeze giden hızlı tren, Heatrow Express, deneyimini de kolaylıkla atlatıyoruz. Yılbaşının kötü geçtiğinden dem vuran taksi şöförünü dinleyerek  Crown Plaza Kensington Hotel'e variyoruz. Ertesi gün hava güneşli, şarj olmuş bir sekilde yollara atıyoruz kendimizi.The Gloucester Road metro durağı otele sadece 1 dakika uzaklıkta, istikamet Brick Lane. Aldgate East metro istasyonundan çıkıp  Brick Lane tabelasını görüp aşağı doğru yürüyoruz, yürüdükçe kendimizi küçük Bangladeş'te  buluyoruz.  Etrafta bir köri kokusu, tipler karanlık. Bir yanlışlık var, başladığımız yere geri dönüyoruz, meğerse istasyondan çıkıp ilk sola dönecekmişiz. O cadde hala biraz önceki yerin bir parçası gibi ama garip bir şey oluyor, köprü gibi bir yerin altından geçince sanki başka bir yerdesin. İnsanlar, hava tamamen değişiyor, sonunda görmek istediğim yere ulaşıyoruz. Brick Lane vintage dükkanları, cafeleri, galerileri, graffitili sokakları, farklı tarzda insanları barındırmasıyla, genel Londra havasından değişik eklektik bir karışım sunuyor size. Vintage dükkanlara dalıyorum, Rokit  ve Vintage Store'dan 3 elbise ile ayrılıyorum. House of Vintage güzel ancak diğerlerine göre biraz pahalı. Beyond Retro aralarında en büyük ve en eğlenceli olanı. 2. el ve vintage alışverişi seviyorsanız, buralarda koskoca bir gün geçirip yine yetiştiremeyebilirsiniz,aynen benim gibi.



Liverpool Street istasyonuna yürürken Shoreditch'te, alt katı sıra sıra dükkanlardan oluşan, üst katı yemek için ayrılmış, Boxpark adında pop up  mini  alışveriş merkezi ile karşılaşıyoruz. Ben Marimekko'yu görünce dalıyorum, 1 tane yastık kılıfı alışverişi ile olayı ucuz atlatıyorum :). Bence Liverpool Street station bu bölgeye gelmek için daha ideal, en azından aradaki mesafe ile bölgenin iyi noktasına geliyorsunuz, bizim gibi kendinizi Bangladeş'te bulmuyorsunuz :). Otele dönelim diyoruz, akşama Jamie Oliver'ın Fifteen adlı restoranında ziyafet var.

Fifteen  yine gitmediğimiz bir bölgede ama ulaşmak tarif sayesinde zor olmuyor. İmza kokteylleri olan The Fifteen Bloody Mary istiyorum, tatlı, farklı bir tadı var, hoşuma gidiyor. Başlangıçlar bizi pek tatmin etmiyor, insan Jamie Oliver deyince daha farklı lezzetler bekliyor ama ana yemekler daha iyi. Şarap menüsü sizi afallatacak kadar geniş. Sonuç  çok da aman ne lezzetliydi diyemediğimiz, ortam ve sunulanlara göre  pahalı bir restoran deneyimi. 
Ertesi gün klasik sayılabilecek bir Londra alışveriş turu, Knightsbridge, Oxford Street..vs falan ama  tatilin son günün artık biraz yorgunuz. Akşama beni  tatilin 2. sürprizi bekliyor: "Thriller Live" müzikali. Son geceye ne güzel bir son deyip, teşekkür için atlıyorum sevgilimin boynuna. Otele dönsek, geri gelsek ikilemi yaşıyoruz ama o  yol gözümüzde büyüyor. Kendimizi  atıyoruz Covent Garden civarında Wahaca tex mex restoranına. 2 kokteyl ve Meksika yemekleriyle müzikale enerji topluyoruz.

Yemekler ve son bir alışveriş turu gazıyla tam bir "ellerinde poşetler tipi turist olarak" Lyric Theather'ın yolunu tutuyoruz. Yerimizi aldık, içeride fotoğraf çekmek yasak olmasına rağmen! , 2 kare çekebildik. Michael Jackson'ın   şarkılarıyla, danslarla geçen yaklaşık 2 saat boyunca onu büyük ekranda görmek beni duygulandırsa da, haydi herkes ayağa dediklerinde ayağa ilk fırlayanın kim olduğunu tahmin edersiniz sanırım :). 



Londra'ya 2 gün yetmedi tabi. Gezilecek çok yer, gidilecek bir sürü vintage dükkanı, yapılacak çok şey olsa da  genel olarak güzel ve verimli bir tatil geçirmenin iç huzuruyla normal yaşantımıza döndük, ta ki bir sonraki seyahate kadar :).




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...